6 Şubat 2008 Çarşamba

Daha Dün Annemizin...


Ne güzel bir çocuk şarkısıdır o;

“Daha dün annemizin kollarında yatarken, çiçekli bahçemizin yollarında koşarken, şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk, sevinçliyiz hepimiz, yaşasın okulumuz.”

Çocuğunun okula başlaması her anne için çok önemli bir dönüm noktasıdır; hele ki hangi okula gideceği, hatta entegre bir okula başlayıp başlayamayacağı yıllarca belli olmayan bir çocuğun annesiyse. “Yaşasın okulumuz” ama içinde benim çocuğum da olsun. Engelli çocukların anneleri için okul pek çok şeyin simgesidir; okul temposunu kaldırabilecek sağlığa kavuşmanın, geride kalan sorunların, önünde uzanan belki de daha büyük sorunların, düşünülmemeye çalışılan keşkelerin ve yeni bir dönemin. Artık en büyük arzu iyi bir okul bulup, çocuğunuzun orada mutlu olmasını sağlamaktır. Okula başladığı gün sizler de yeni bir dünyaya adım atıyorsunuz ve bu dünyada çocuğunuz artık kendi başına var olmalı. Tabii ki sizin de bilinçli desteğinizle.

Oğlum yuvayı bitireli çok zaman oldu (şimdi 4.sınıf öğrencisi) ama 3–6 yaş grubundaki okul stratejimizi sorarsanız tek bir cümle ile özetleyebilirim;


"İşin sırrı "başarmak" ve bunun farkedilmesini sağlamak."

Evet, strateji diyorum çünkü tebrikler, okul hayatı denen uzun ince bir yolun başındasınız ve konuya hakim tek kişi de sizsiniz. Okul ve öğretmenin (iyi bir ihtimalle) iyi niyetli olduklarını farz ediyorum ama her başarının arkasında olduğu gibi okul başarısının da arkasında iyi bir strateji, bunu pratikte uygulanabilir hale getiren titiz bir plan ve bütün bunları yapan bir kadın vardır.

Öncelikle çıkış noktasını belirlemek lazım. Hedef çocuğumuzun sınıfında aktif katılımcı, arkadaşlık ilişkileri kuran ve orada bulunmaktan mutlu bir çocuk olmasını sağlamak. Bunları yaptığımız zaman akademik eğitimden faydalanmanın kapıları da kendiliğinden açılacaktır. Biliyorum bazı aileler orada sosyalleşsin yeter diyebilir ama bu lüksünüz sadece bir dönem veya en fazla bir ders yılıdır. Tam gün eğitime başladığında öğrenme okulda gerçekleşecek, siz evde ancak destek olacaksınız. Zaten gününün 7–8 saatini okulda geçiren bir çocuk bir de gelip evde ders veya program veya ne isim verirseniz verin işte onu yapmaz. Zorla yaptırırsanız da verimli olamazsınız ve açıkçası okulda geçirilen zamana ve oradaki sisteme ve ortak öğrenme zevkine yazık etmiş olursunuz.

Aktif katılımcı, arkadaşlık ilişkileri kuran ve orada bulunmaktan mutlu olan bir çocuk için ise öncelikle arkadaşlarıyla iletişim kurması gerekli. Diğer çocuklar onun farklılıklarını zaten görecekler, biz benzerliklerinin, onun düşündükleri kadar ayrı bir gezegenden gelen bir çocuk olmadığının altını çizmeliyiz, hep ve bıkıp usanmadan. Benzerliklerini görünür hale getirmeliyiz ki sınıftaki diğer çocuklar onunla bağlantı kurabilsinler ve bu bağlantı eşitlik düzeyinde olsun.

Hepimiz çocuğumuzun başarılı olması için uğraşıyoruz, ne demek şimdi "İşin sırrı başarmak" diye soracaksınız. Benim kastettiğim başka. Yani işin sırrı çocuğunuzun sınıf ortamında bir şeylerde başarılı olmasını ve bunu diğer çocukların görmesini sağlamakta. Örneğin sınıfta işlenecek konuların listesini önceden öğretmenden alıp bunlara evde hazırlanabilirsiniz. Biz bunu hala yapıyoruz. Bu hafta "Annem" şarkısı mı öğrenilecek, siz buna evde çalışın ve okula gittiğinde o da diğerlerinden geride kalmadan öğrenebilsin ve onlarla söyleyebilsin. Varsın sadece nakaratını söylesin önemli değil, yeter ki söylesin. Bu salı yağmur konusu mu işlenecek, ona evde anlatın ki okulda öğretmeni "Yağmur nereden gelir?" diye sorduğunda bulutlardan diyebilsin. Kavramı anlıyorsa anlayarak, anlamıyorsa da ezberden söyleyecek belki ama olsun söyleyecek. Ve işte böyle böyle sınıfın aktif katılımcı bir öğrencisi olacak, misafir öğrencisi değil. Bu misafir öğrenci olayına dikkat etmek gerek, bu rutine girmek çok kolay, çıkmak çok zordur. Aksi takdirde zaman zaman gelip giden, kendi kendine bir şeyler yapan bir çocuk olarak kalabilir. Ama biz onun Civcivler sınıfının 15 çocuğundan biri olmasını istiyoruz, doğum günlerine çağırılsın istiyoruz, arkadaşları olsun istiyoruz.

Arkadaşları olması için onlarla iletişime girmesi lazım dedik, bunun en kolay yolu ise sınıf içindeki ortak zamanların kullanılması (çember saati gibi) ve aktivitelere katılması. Ancak bu yolla sınıftaki diğer çocuklar çocuğunuzu tanır ve yakınlaşır. Bu yakınlaşma ilk başta doğaldır çünkü sizin çocuğunuz farklıdır, merak uyandırır ama bu ilginin devamını sağlamak da gene anneye ve öğretmene bağlı. Çocuğunuzun iyi yönlerini en iyi siz biliyorsunuz, bunları sınıfta üstüne basa basa öne çıkartın. Yapamadıkları veya kötü yaptıkları zaten ortada, siz yapabildiklerini öne çıkartın ki diğer çocuklar görebilsin.

Mutlaka sınıfta bir görevi olsun, ona ait ve herkesin onun yaptığını bildiği bir görevi. Mesela biz her sabah görev paylaşım kartlarını okuturduk. Flaş kartlarla sınıf arkadaşlarının isimlerini ezberletmiştim ve her sabah günün görevlilerinin isimlerini Robert Cem okurdu.

1) Sınıf akışına günlük katkısını süreklileştirdi ve onun sınıfın tam üyelerinden biri olma konumunu pekiştirdi.
2) Tüm çocuklarla konuşma ve iletişime girme şansı verdi (isimlerin sahiplerine kartları teslim ederken).
3) Hiç biri okuyamazken Robert'ın okuyabiliyor olması ona olan saygılarını arttırdı ( aslında görsel hafıza; ezber ile okuyordu, fonetik okuma değil ama bunu çocuklar nereden anlasın?).

Bu bizim çözümümüzdü, sizinki farklı olacaktır ama ne demiştik yukarıda? "İşin sırrı "başarmak" ve bunun farkedilmesini sağlamakta".

Robert'ın okula ilk başladığı zamanlarda çocuklar ve öğretmenleri ile olan ilişkilerinde eşitlik prensibinin kurulması için çok çalıştığımı hatırlıyorum. Robert Cem yumuşak huylu bir çocuk. Yuvaya ilk başladığında bu yepyeni ortamda kendini çok da iyi hissetmediği için sessizliği tercih etmişti. Sınıfın genel kurallarına uyuyor ama geri planda kalıyordu. Arkadaşları onunla çok ilgiliydiler ama 4 ya da 5 yaş çocuğunun ilişkileri karşılıklılık üzerine kurulu. Karşılık alamazsa "aman o yalnız kaldı, yazık ben onunla oynayayım" gibi bir kaygısı yok, başka oyuna veya arkadaşına kayıyor. Burada öğretmenin bilinçli bir şekilde oyun kurup onu dahil etmesi lazım. Aksi takdirde çocuğunuz yalnız kalabilir veya bebekleştirilebilir. Oğlum ilk üç ay okulda ağzını bile açmadı. Ben de bir gün evde karşılıklı oyun oynarken ve ince motor aktiviteleri yaparken konuşmalarımızı filme aldım ve oğlumun olmadığı bir ders sınıfta gösterdim. Çocuklara "bakın, Robert tüm bunları yapabiliyor, hadi siz de ona yardımcı olun ki okulda da yapsın." dedim. Ve işe yaradı. Çok geçmedi, bir kaç gün sonra çocuklardan birisi sorusuna cevap alamadığı zaman "Ben biliyorum sen evde konuşuyorsun, neden benimle konuşmuyorsun?" diye oğlumu zorladı. Çünkü biliyordu, çünkü ; "İşin sırrı başarmak ve başardığını göstermek.

Her yaş grubunda "anaç" kız ve erkek çocuklar var. Bu çocuklar tüm okul hayatınız boyunca sizin en büyük yardımcılarınız olacak. Çocuğunuzun onlarla olan ilişkilerini siz de anne düzeyinde destekleyin. Onlara çocuğunuza bebek muamelesi yapmadan, ona saygı duyarak ve kendilerinden biri olarak kabul ederek davranmalarını öğretmeniz lazım.

Burada da en çok dikkat edilmesi gereken nokta öğretmen. Bazen hiç farkına varmadan öğretmenin aşırı korumacı veya tam tersine sınıf dinamiğinin dışına atıcı hareketler yaptığını görebilirsiniz. Sınıf dinamiğini ve çocuğunuzun konumunu belirleyen kilit kişi öğretmen. Çocuklar ister istemez onun çizdiği yoldan gidiyorlar. Sınıf öğretmeni ile çok ama çok iyi iletişim kurmak zorundasınız. Biz şanslıydık, gerçekten işini seven ve Robert'a kucak açan öğretmenlerimiz vardı. Ama daha da önemlisi neydi biliyor musunuz? Bana da açıktılar ve bana da kucak açtılar. Beni dinlediler, önerilerimi dikkate aldılar ve uyguladılar. Kendileri kafa yordular acaba başka neler yapabiliriz diye. Bu satırları okumayacaklarını biliyorum ama hepsinin yüreğimde ayrı bir yeri var.

Öğretmenle kendinizi ve duygularınızı paylaşın. Öğretmeni takdir etmeyi unutmayın, beğeninizi de eleştirileriniz kadar açıklıkla iletin. Beklentilerinizi mutlaka tüm açıklığıyla iletin. Çok büyük olasılıkla sizin çocuğunuz o öğretmenin ilk özel ihtiyaç öğrencisi olacaktır. O da yolunu biraz el yordamı ile bulmaya çalışıyor ve biraz da korkuyor bunun altından nasıl kalkacağım diye. Siz çocuğunuzun özel ihtiyaçlarını tanıyorsunuz, o da çocukları, birbirinizden öğrenecek çok şeyiniz var, birlikte bir takım olun. Onu da tarafınıza aldığınız anda bilin ki bu iş olacak.

Oğlum 3 yaşında ilk kez yuvaya başladığı günden beri her sene okulun ilk günü öğretmenlerimize bir mektup yazdım, hala da yazıyorum. Robert Cem'i anlatan ama engelini, ihtiyaçlarını değil, çocuk Robert Cem'i anlatan ve beni anlatan bir mektup. Mesela Robert çok esprili bir çocuktur bazen hiç ihtimal vermeyeceğiniz şakalar yapar, teyzesinden öğrendiği süphanallah, maaşallah'ları beni öldürür, Harry Potter hayatımızın çok önemli bir parçasıdır, ders çalışırken "best friend'in Türkçesi nedir?" diye sorduğumuzda "Emek'tir" dedirtecek kadar sevdiği en iyi arkadaşı vardır, gibi. Ki bu sayede öğretmen kafasındaki Down Sendromlu çocuk imajından kurtulsun ve o perdenin arkasında duran çocuğu, gerçek çocuğu görebilsin. Bu mektup aynı zamanda öğretmenden benim ne beklediğimi ve onun da benden ne bekleyebileceğini anlatan bir mektup. Benim açımdan altını çizdiğim en önemli noktalar ona güvendiğim, açık olduğum ve her zaman destek olacağımdır. Onun da bana açık olmasını, beni ve tecrübelerimi kullanmasını ümit ettiğimi ve aile olarak üzerimizdeki etkisinin, gücünün farkına varmasını beklediğimi anlattığım bir mektup.

Benim oğlum için en büyük beklentim bağımsızlık kazanması oldu. Öğretmeninden en büyük beklentim ise ona bu fırsatı ve zemini hazırlaması. Her zaman bir piramit kullandım. Önce kendisi, yapamıyorsa arkadaşının yardımıyla kendisi, yapamıyorsa öğretmeninin yardımıyla kendisi, yapamıyorsa arkadaşı, yapamıyorsa öğretmeni. Hep bu prensibe bağlı kalmaya çalıştım ve öğretmenlerinden de bunu istedim. Onun yerine yapmak ve sonunda bir şey çıkarmak değil hedef. Varsın arkadaşları 10 renk kodlu resim bulmaca çözerken sizinki 3 renklisini çözsün. Önemli olan onun yapması. Ancak böyle öğrenir ve ancak böyle yeni şeyler öğrenmeye hazır olabilir.

Grup aktivitelerine mutlaka ama mutlaka katılmasını sağlayın. Onun yapabileceği bir bölüm mutlaka vardır, yoksa da eklensin. Maket ev inşa ediliyorsa ve kesemiyorsa, o boyamasını yapsın. Destek elbette ki verilmeli. Ama sadece gerektiği ve yeterli olduğu kadar. Fazla destek de en az hiç destek vermemek kadar zararlıdır.

Okuldaki diğer çocukların aileleri de ele almanız gerekenlerden biri maalesef. Maalesef diyorum çünkü her şeyi anlayabiliyorum ama kendisi de anne olan birisinin "bu çocuk farklı, ben bu çocuğu kendi çocuğumun yanında istemem" diyebilecek kadar empati yoksunu ve acımasız olabilmesini anlayamıyorum. Hepsi değil ama böyleleri de çıkıyor. Öncelikle sakin olun. Siz haklısınız ve o haksız. Dilediğiniz kadar öfkelenebilir, kızabilir, ağlayabilir, hatta küfredebilirsiniz... Ama evde. Öfkenizi kendinize saklayın ve bu insanların her zaman olacaklarını hatırlayın. Okula entegre eğitimin faydaları hakkında yazı yazmalarını ve sınıftaki tüm öğrencilerin evine göndermelerini söyleyin. Hem okul ve öğretmen bu kararlarını bilimsel olarak destekleme şansına sahip olur hem de siz onların neler düşündüğünü anlama. Gerekirse siz de yazıp onlardan dağıtmalarını isteyebilirsiniz.

Hani çocuklar zalimdir derler ya, inanmayın, çocuklar zalim değil dürüsttür, hele ki 3–6 yaş çocukları. Zalimlik öğrenilen bir şey ve 6–7 yaşından sonra başlıyor. Yuva çocukları sadece meraklı ve yaşları gereği benmerkezci. Yetişkinler gibi üzmemek kaygısıyla duygularını veya düşüncelerini gizleyemiyorlar. Onlarla iyi ilişkiler kurun. Çocuğunuzun sevdiği ve onu seven arkadaşlarını eve oynamaya çağırın ya da bir Cumartesi iki çocuğu beraber sinemaya götürün. Ama her seferinde bir çocuk çağırın, ilginin dağılmasını istemeyiz. Okula her gittiğinizde (ki bu epey sık olacak) sınıftaki arkadaşlarıyla konuşun, onlarla da ilgilenin. Okulla beraber bir gün sizin evinize okul gezisi düzenlesinler. Çocuğunuzun odasını görsünler ve sizin nefis kekinizi yediklerini evde annelerine anlatsınlar. Çocuğunuz zaman zaman minik hediyeler götürsün; bir kutu ev kurabiyesi sizi epey popüler yapacaktır, söz veririm.

Sınıfta kendini mutlu ve orasının ayrılmaz bir parçası olarak gören bir çocuk için öğrenmenin yolu da açılmıştır. İster anaokulu ister ilköğretim olsun farketmez. İlköğretim yıllarında sınıfın kuralları çerçevesinde akademik eğitimi de bu temeller üzerinde başarıyla oturacak. İlköğretimde anaokulundan farklı olarak akademik başarı da gündeme gelecek ve buna yönelik farklı stratejiler ve farklı planlar geliştireceksiniz ama orada da işin sırrı çok farklı değil; sadece öznesi değişiyor; İlköğretim yıllarında işin sırrı ise “başarılı olmak” ve başarılı olduğunu bilmek. Ama bu farklı bir yazının konusu.

Gördüğünüz gibi yapılabilecekler çok. İşin içine girince siz de pek çok farklı fikir üreteceksiniz. Bunları uyguladıkça işlerin yolunda gittiğini görmek de çok güzel. Ama en güzeli ne biliyor musunuz? Bir gün eve bir not gelmesi ve sınıf arkadaşı Erencan’ın çocuğunuzu yarın okuldan sonra oynamaya eve çağırması. İşte o an bütün bu emeklerin karşılığını alıyor ve bir damla gözyaşı ile kutluyorsunuz.

Gün Osborn
2004

Hiç yorum yok: