25 Temmuz 2008 Cuma

Gözlük Kullanımı


(Robert Cem 5 yaşında çok sevgili Gülderen Teyze'siyle :)


Yıllar yıllar önce Robert Cem 2 yaşındayken hem tüm gün gözlük takmaya başladı, hem de sağ gözünde kayma olduğu için günde en az 60 dakika sol gözünün üstünü kapatan göz bandı kullanmaya başladı. İki yaşındaki bir çocuk için bunu yapmanın ne kadar sevimsiz olabileceğini tahmin edersiniz. Ama yapmamız da gerekli olduğu için çeşitli taktikler geliştirerek başladık. Bir süre sonra gerçekten de gözlükle daha iyi gördüğünü fark ederek gözlüğünü kendiliğinden takmaya başladı. Göz kayması için kullanması gereken göz bandı mücadelemiz biraz daha uzun sürdü ama çok sevdiği videolar sayesinde onu da kabul etti. İki sene kadar sonra sonra bir arkadaşımın kızı da benzeri bir sorun yaşamaya başladığında neler yaptığımızı onunla paylaşmıştım, buraya da ekliyorum. Umarım siz de işinize yarar bazı bilgiler bulursunuz.


ÇOCUKLARIN GÖZLÜK TAKMALARINA VEYA GÖZ KAYMASINA KARŞI TEK GÖZLERİNİ KAPATMALARINA YARDIMCI OLACAK BAZI FİKİRLER

GÜN BİLGİN
Mayıs 1998


1. Gözlük/göz bandını başlangıçta kısa sürelerle takın ve zaman içerisinde yavaş yavaş süreyi uzatın. Örneğin çok zorluk çıkaran bir çocukta günde birkaç kez sadece 1 dakika takın. Bu sürenin sonunda onu övün ve takdir ettiğinizi gösterin.

2. Onunla beraber aynı anda siz de gözlük takın veya gözünüzü kapatın. Hem beraber eğleneceksiniz ve hem de çocuğunuz yalnız olmadığını görecektir. Çocuklar taklit etmeye bayılırlar.

3. Video/çizgi film/televizyon seyretmeyi seviyorsa buna sadece gözlük/göz bandı takması halinde izin verin. Çok mücadele eden çocuklar için çizgi filmi annesinin kucağında elleri gözlük/göz bandını atamayacağı şekilde tutularak seyretmeye başlamak ve gene süreyi yavaş yavaş artırırken elleri de yavaş yavaş serbest bırakmak denenebilir.

4. Çocuğunuzun takmasını talep etmediğiniz saatlerde, sahte bir gözlüğü (yada kullanıyorsanız kendi gözlüğünüzü) veya özellikle kendiniz için hazırladığınız göz bandını takın ve çocuğunuzun sizi böyle görmesini sağlayın. Çocuğunuzun sizi duyabileceği bir ortamda (ama doğrudan ona hitap etmeden) eşinize veya diğer çocuklarınıza gözlüklerinizi/göz bandınızı ne kadar çok sevdiğinizi anlatın.

5. Eğer yuvaya/okula gitmiyorsa evde, gidiyorsa yuvada gözlük/göz bandı ile ilgili kitaplar okumalarını ve bunları takan çocuklar hakkında konuşmalarını isteyin. Belki bir gün “Göz Doktoru” oyunu oynayabilirler. Ya da bir gün “Korsan” oyunu oynayabilirler ve tüm çocuklar bir süre gözlük/göz bandı takarak gezer ve bunun nasıl bir şey olduğunu tecrübe edebilir. Arkadaşlarının da gözlük/göz bandı kullanması çocuğunuzu teşvik edecektir.

6. Çocuğunuza aslında kendinizin de ne kadar çok gözlük/göz bandı kullanmak istediğinizi söyleyin. Evdeki diğer kişilerin/okul arkadaşlarının/ aile üyelerinin de aynı şekilde gözlük/göz bandı kullandığı için onu ne kadar iyi yaptığını ve sağlığına çok iyi baktığı için onu takdir ettiğini söylemelerini sağlayın.

7. Göz bandının üzerine boyama kalemleri ile değişik figürler çizin veya yapıştırın.

8. Oyuncakları ve yumuşak hayvanlarına da gözlük/göz bandı takın.

9. Gözlüğün sağa sola atılacağını, çok büyük olasılıkla birkaç kez kaybolacağını bilin ve mümkünse kırılması zor cinsinden alın.

9. En önemlisi ona kızmayın veya öfkelenmeyin. Kararlı ama pozitif olun. Süreyi yavaş yavaş uzatmak zaman alacaktır ama bu en başarılı yöntemlerden biridir. Özellikle gözlük takan çocuklar, bir süre sonra gözlükle aslında daha iyi gördüklerini farkedecekler ve bunu kendileri talep edeceklerdir. Gerçekten!

İyi şanslar.




A FEW IDEAS TO GET CHILDREN TO WEAR GLASSES/EYE PATCHES

1. Try using small amounts of time for glasses/patch and gradually increase the amount of time the child must wear them. i.e. start with 1 minute if she really hates them. Give lots of verbal praise and perhaps start a reward program.

2.Reserve a favourite play for this purpose. For example I have used books and Disney videos for Robert. He is crazy about them and he was allowed to watch or read only if he wore his glasses. Later I used the same technique for patch. You might have to hold him tightly on your lap and read/watch with him at the beginning.

2. Offer to wear glasses/patch yourself if she will wear them. This will let her know that she is not alone. I'm sure she loves to imitate you. Wear fake (or real if you have them) glasses around the house even when you do not expect her to wear hers. Talk to your husband and friends about how much you love your glasses in front of your daughter but not directly to her. She will tune you out if she thinks you are lecturing her but many children will listen in on adults conversations.

3. Ask the kindergarten if they could read books and talk about children who wear glasses/eye patches. they could play "eye doctor" game or organise a "pirate" day and have all the children use eye patch at least for a while.

4. Tell your daughter how much you wish you could wear a patch. Have her brothers (friends/family members) mention in her presence that they too wish they could have such a cool pair of glasses/patches.

5. Together make stickers or pictures to put on her eye patch.

6. Make glasses/patches for her dolls and stuffed animals.

7. Most of all do not get angry with her. Be firm but very positive. It may take time to gradually increase the amount of time she can stand wearing the glasses/patches but even the most determined child will eventually begin to accept having to wear these frustrating devices.

Good luck.

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Lütfen Konuş Benimle

Çocuğunuz konuşmayı öğrenmeye doğduğu andan itibaren başlar.

Çocuğunuz konuşmayı sizden öğrenecektir. Eğer çocuğunuzla konuşmazsanız konuşmayı asla öğrenemez.

Onunla konuşmaktan zevk almanız ve bunu çocuğunuzla paylaşmanız, onu teşvik edecek ve konuşmak için daha fazla çaba harcamasını sağlayacaktır.

Birlikte bir hayat geçireceksiniz, çocuğunuzla vakit geçirirken eğlenin. Tüm ilişkinizi öğrenme ve öğretme üzerine değil, birlikte güzel zaman geçirme ve bu esnada bazı teknikleri kullanma yöntemi üzerine kurun. Göreceksiniz, sevgi ve eğlenceli bir ortamda, sizinle olmaktan keyif duyan çocuğunuzla kuracağınız ilişki sayesinde birlikte güzel sonuçlar üreteceksiniz.

Akılda Tutulması Gereken Bazı Tavsiyeler:
  • Çocuğunuza bir nesneyi, bir eylemi tanıtırken veya direktif verirken her zaman aynı kelimeleri kullanın.
  • Çocuğunuz istediği nesneyi işaret ettiğinde, onu verirken adını da söyleyin.
  • Çok fazla kelimelerle çok çabuk konuşmayın. Çocuğunuz ilgisini kaybedip dinlemeyi bırakabilir.
  • Mutfakta, banyoda, odada nerede olursanız olun çocuğunuzla birlikte iken yaptığınız şey hakkında basit kelimelerle konuşun.
  • Bekleyin ve çocuğunuza cevap vermesi için zaman tanıyın. Çocuğunuz yerine cevap vermeyin. Onun cevabı ses çıkarmak olacaktır.
Anlama:
  • Basit emirleri yerine getirmek için çocuğunuzun zamana ve denemeye ihtiyacı olacaktır.
  • “Paltonu giy, gazeteyi Baba’ya ver, ayakkabılarını getir” gibi basit emirleri her zaman kullanın.
Kelimeleri Birleştirme:
  • Değişik iki veya üç kelimeleri sözcük gruplarını tekrar tekrar kullanarak çocuğunuza yardımcı olabilirsiniz; paltonu giy, ayakkabını çıkar, uyku vakti, büyük kırmızı araba, kitabı oku, gibi.
Konuşmak Eğlencelidir:
  • Çocuğunuzun konuşması için ortam yaratın. Unutmayın ki sevdiği ve zevk aldığı şeyi tekrarlayacaktır.
  • Çabasını her zaman takdirle karşılayın. Sonuç mükemmel olmasa bile çabasını bir alkış veya öpücükle ödüllendirin. İstediğini söylemesi için onu destekleyin, yüreklendirin.
  • Hikayesini kendi tarzında, kendi kelimeleri ile söylemesi için bekleyin. Eğer söylediğini anlamadıysanız sabırlı olun ve onu bir daha denemeye teşvik edin.
Çocuğum Ne Zaman Hangi Kelimeleri Söylemeli ?:
  • Tüm çocuklar farklı gelişir. Her çocuğun kendine özgü bir gelişme hızı vardır. Down Sendromu da dahil olmak üzere engelli çocuklarda bu daha yavaştır. Ancak düzenli ilgi ve çalışmayla pek çok çocuğun çok düzgün ve açık bir dille konuşabilir düzeye gelmemesi için hiç bir sebep yoktur.
Derleyen: Gün Osborn

18 Temmuz 2008 Cuma

Ingilizce Odevi

İngilizce Kompozisyon Ödevi
Aralık 2007


Gelişim Laboratuarı-Açık Mektup

Burada Gelişim Laboratuarı'nın web sayfasındaki DS üzerine yazıları ile ilgili bir protesto çağrısı vardı ve Google'da yer alıyordu. Gelişim Laboratuarı ilk çağrının yapıldığı tarihten 8 ay sonra beni arayarak, bu yazıların bizi üzmesinden onların da rahatsızlık duyduğunu ve kaldırılması yolunda harekete geçtiklerini, benim de Google'da çıkan protesto çağrımı kaldıracağımı umduklarını söylediler. Bugün tekrar arayıp, bu cümlelerin çıktığını söylediler, ben de kontrol ettiğimde çıkartıldıklarını gördüm ve bunun üzerine kendi web sitemdeki yazıyı değiştiriyorum.

Bu, amacına ulaşmış bir protestodur ve tüm katılanları kutlarım.


Gelişim Laboratuarını da bu uyarımızı dikkate aldıkları ve ailelerin duygularına özen göstererek, objektif yazılar yayınlama kararı aldıkları için tebrik ediyorum.




Oğlum, 10 yaşında okuldaki bir spor yarışmasında kazandığı madalyası ile



Burada da ebru çalışması yaparken

8 Temmuz 2008 Salı

Terapici Geldi Hanıııım...

Son yıllarda AB uyum politikalarının da yönlendirmesiyle, sosyal devlet uygulamalarına birazcık daha özen gösterilmeye başlandı ve bu kapsamda engelli haklarında da eskiye nazaran önemli gelişmeler yaşandı. Kaynaştırma eğitiminin düzenlenmesi ve bir hak olarak sunulması, devletin özel eğitimi desteklemesi, erken müdahale ve rehabilitasyon konusunda maddi destek vermesi hep bu politikaların sonuçları. Yeterli mi? Elbette ki değil, değil ama bir ilerleme var.

Peki, yetersiz de olsa, sunulan bu kaynakların pratikte engelli ailelerine dönüşü nasıl oldu diye bakarsak benim gördüğüm durum şu : Terapicilik adında nurtopu gibi bir sektörümüz doğdu. Devletin ayda verdiği 400 YTL'lik yardımı kapmak üzerine kurulu "Terapici Dükkanları" sardı dört bir yanı, yani amaçları para kazanmak olan ve kar maksimizasyonu için çabalayan ticarethaneler. Elbette ki herkes para kazanmak için çalışır ama insanların işleri terapistlik değil terapicilik olunca, kurdukları işyerlerinde yani terapi merkezlerinde, ennn fazla sayıda çocuğa, ennn ucuz terapistlerle, ennn kısa sürelerle hızlıca hizmet götürerek maksimum kar etmek bunun doğal sonucu haline geliyor. Oysa terapi merkezi açmak bir okul açmaktan çok da farklı değil aslında. Hizmet/kar dengesinin çok iyi dengelenmesi, kalitenin hep ve her zaman ön planda tutulması, ve yaptığınız işin bir insanın hayatını derinden etkileyen, çok özel bir iş olduğunun farkında olunması gerekli. İşinin gerçekten ehli terapistlerle çalışan, sürekli meslek içi eğitimlerle desteklenen terapistler sayesinde daha kaliteli hizmet vermeyi hedefleyen, seans süresinden kırpılmayan, dünyadaki gelişmeleri sıkı sıkıya takip eden, kaliteli bir özel eğitim sunulmasını beklemek ise bir lüks hatta şımarıkça talepler gibi görülmeye başlandı.


Bu kalitesizliğin bir sebebi açgözlülükse, diğer sebebi de bir meslek odasının veya akreditasyon merkezinin olmayışı. Kapitalizmin en vahşi haliyle hüküm sürdüğü bu sektörün önünde, gerekli standartların uygulanmasını sağlayacak denetleyici, yol gösterici ve toparlayıcı bir resmi kontrol mekanizması işlevsel olarak varolamadığına göre, üstelik bu sektörün kendi kendini kontrol etmekten aciz olduğu bariz olduğuna göre, ve de bu tarz terapici dükkanlarından dolayı saygınlık kaybına uğrayanların gerçek terapistler olduğu düşünüldüğünde, en kısa zamanda bir özel eğitim merkezleri ve terapistleri akreditasyon merkezi kurulması, ve bunun da bu işten en büyük zarar gören ikinci grup olan terapistlerin de katılımıyla, etik kurallara saygılı ve kalite odaklı özel eğitim merkezleri tarafından yapılması gerekli olduğuna inanıyorum. Bizler aileler olarak, terapistlerin ve özel eğitim merkezi sahiplerinin, mesleklerinin fiziksel (temizlik, uygar bir çalışma ortamı gibi), ve belki de bundan daha da önemlisi, etik standartlarının korunması konusunda harekete geçmelerini bekliyoruz. Ancak bu sayede, ilk hedefi para kazanmak değil, işini iyi yapmak olan özel eğitim uzmanları ve terapistler kendi mesleklerindeki bu erozyonun önüne geçmeyi başarabilirler.

Peki ya bizler, biz aileler? Sanırım biz aileler de bize birer müşteri gözüyle bakıldığını anlayıp, basiretli birer tüketici olmayı öğrenmeliyiz artık. Engelli bir bebeğiniz olduğunu öğrendiğinizde yüreğiniz yaralı bir şekilde her söylenene inanmak, ağzı iyi laf yapan bir satıcıya kanmak çok kolay olabilir. Ama bizler de akıllı tüketici olmalı ve belli standartların altındaki hizmetleri almamalı, bize vaad ettiklerinin gerçekten mümkün olup olmadığını bir de akıl ve mantık süzgecinden geçirip, çevremizdeki diğer ailelerle paylaşıp, dünyadaki uygulamaları öğrenmeye çalışıp, en ucuzu değil, ağzı en çok laf yapanı değil, en doğru terapi merkezini ve en doğru terapisti seçmeliyiz. Gerektiğinde bu merkezleri daha iyiye doğru atılım yapmaya zorlayabilmemiz için bizim de elimizden geldiğince eğitim alternatiflerini, ne tür programlar olduğunu, etrafımızda neler olduğunu çok yakından takip etmemiz gerekli. Çevrenizdeki ailelerle tanışın, internette dayanışma grupları var, onlara üye olun ve gözleyin, gittiğiniz terapi merkezi işini iyi yapıyor mu, size doğru bilgiler veriyor mu? 

Bu terapici dükkanlarından en büyük zarar gören ikinci grup işini iyi yapmaya çalışan terapistler dedim yukarıda. Peki en büyük zararı gören kim acaba? Doğru tahmin. Sizin çocuğunuz! En büyük zararı engelli çocuklar ve onların aileleri görüyor. Çok değerli ilk yıllar kaybediliyor, çok önemli fırsatlar kaçıyor ve çocuklarımız hak ettikleri eğitimi alamıyorlar.

Biz aileler bu süreçte çok önemli bir yer tutuyoruz. Etik kurullardan onay almış ve akredite kurumları tercih ederek çocuğumuzun alacağı hizmet kalitesini yükseltmek ve, saygın kurum ve terapistlerin varlığını güçlendirmek çok önemli oranda bizlere de bağlı. Aksi takdirde balkon kapımızdan içeri "Terapici geldi hanıııım" nidalarını duyacağımız günler bile gelebilir korkarım....

Gün Bilgin
2008

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Hayaller Guzeldir

Hayaller güzeldir... Hepimizin hayalleri var, olmalı da. Hayal kurmadan geçecek bir hayat ne denli can sıkıcı olacaktır kimbilir. Düşünsenize sadece bugüne ve şu anda erişebildiğine odaklanmış bir hayat. Böyle bir hayatta ne umut yer bulabilir kendine ne de gelişme. Bu hayale ulaşma arzusu ile hırslanırız ve belki de kendi sınırlarımızı biraz daha ileriye taşırız. Hayali kurarken bile kendimizi iyi hissederiz. Güzel şeydir hayaller.

Hayaller güzeldir. Bundan 14 yıl önce Robert Cem doğduğunda, kucağımdaki bebeğe baktığımda hayal bile kuramıyordum. 15 günlük minicik bir bebekken gittiğimiz genetik profösörü, herşeyi çok bilen bir doktor "Yapabileceğiniz hiç birşey yok, bazen literatürde okuyoruz okuma yazma öğrendiklerini falan söylüyorlar ama bunlar sadece mozaikse olur, sizin uğraşmanıza bile gerek yok, evinize gidin ve seneye bir bebek daha yapın." demişti bize ve tüm hayallerimizi bir çırpıda öldürüvermişti. Ama sonra, başka kaynaklardan, başka ülkelerden aslında bunun böyle olmadığını ve sadece ve sadece kendini geliştirmemiş bir doktor ile karşılaşma şanssızlığına uğradığımızı fark ettiğimizde, hayallerimiz yeniden canlanmaya başladı usul usul. Belli mi olur belki de okuma yazma öğrenebilir ile başlayıp, belki de mahalle arkadaşlarıyla beraber okula gidebileceği ile devam eden ve hatta belki de bir gün evlenip kendi evinde yaşayabilir'e kadar uzanan hayaller. Hatta "I Have A Dream... Too" diye bir yazı bile yazmıştım, oğlumla ilgili. (Biliyorum, biliyorum çok yaratıcı olduğu söylenemez, M.L.King'in meşhur konuşmasına atıfta bulunan bir başlık elbette ki, ama öylesine vurucu bir cümle ki, yakalamıştı beni de.)


Robert Cem karnesi ve takdir belgesiyle beraber

Güzel şeydir hayaller. Yıllarca yetenekleri ve öğrenme kapasiteleri hep aşağılanmış ve "Ayy, onlar hep mutludurlar, canım benim" sözcükleriyle bir nevi sevimli ve oyuncu fino köpekleri gibi algılanmış büyük bir insan grubuna yapılan bu muamelenin haksızlığı anlaşıldığında, hayal kurmalarına bile izin verilmeyen ebeveynlerin yaşadığı öfkeyi, hırsı ve daha iyisini yapıp, hatta en iyisini yapıp, ve hatta hiç umulmayanı başarıp herkese bu geri kalmış ve yanlış düşüncelerini yedirme hissiyatını anlamak için psikolog olmaya gerek yok. Eh, doğrusunu isterseniz pek haksız da değiliz.

Hayaller güzeldir. Onları güzel yapan bir özellikleri de aslında ulaşılabilir olmaları değil midir? Tamam çok zordur, tamam uzun bir çaba ve emek isterler ama nihayetinde ulaşılabilir olma ihtimali hep vardır. Ütopyaların ise... yoktur.

Bu, önce öfkeli, sonra da umutlu ebeveynlerin kulaklarına ulaşabilecek "bir Down'lu varmış avukatmış, öbürü de ingilizce öğretmeniymiş, birisi de üniversitede hocaymış..." cümleleri bir müzik gibi gelir. Öyle ya, daha önce de okula bile gidemez demişlerdi, ne malum gerçekten Doçent olamayacağı diye umutlanmak çok da zor değil. Hayal ve ütopyayı ayırmanın önemi ise işte tam burada. Hayaller gerçeklikle bağlantısı sıkı sıkıya devam eden umutlardır. Ütopyalar ise ayakları yerden kesileli 10.000 metre falan olmuş, gökyüzünün yedinci katında gözü açık rüya görmek gibi birşeydir. Tatlı bir rüya. O kadar.

Bugünkü bilgimizle ve tıp imkanlarımızla bir insanın Trisomi 21 olup da üniversitede hoca olması veya ingilizce öğretmeni olması veya bankada bir borsa uzmanı olması mümkün görülmüyor. Sadece çok az etkilenmiş ve sadece vücudunun beyin dışındaki bölümleri etkilenmiş mozaik olursa böyle bir şeyin gerçekleşme imkanı var, o da teorik olarak. Böyle bir şey bugüne kadar dünyada hiçbir yerde görülmemiş. Dolayısıyla bu adı geçen insanların (varlarsa eğer) karyotipini görmeden buna inanmak pek mümkün değil.

Down sendromu'nda tabii ki çocuklar arasında farklı düzeyler var, tıpkı tüm insanlar arasında olduğu gibi. Sokaktaki 100 insanın 100'ü de aynı zekaya veya kapasiteye sahip değil, aynı şekilde DS'lular da aynı değil. Ama maalesef şimdiye kadar görünen o ki bir tavanı var bunun. Elbette ki çocuklarımızın en iyi eğitimi almaları için çalışalım, bize sunulan kısıtlı geleceği kabul etmeyelim ve sınırlarını sonuna zorlayalım ama bu arada biraz da gerçekçi olalım. Bu çocuklar zihinsel engelli.

Küçük yaşlarda bu farkı göremeseniz bile yaş ilerledikçe bu fark giderek daha belirgin hale geliyor. Her insan grubunda olduğu gibi Downlu'ların da dahileri var diye düşünüyorum, nasıl bizim zeka ortalamamız için Einstein çok ama çok nadir görülebilen bir örnekse, bu süper Down'lular da ortalamanın üstüne çıkabilir, örneğin açık öğretimde okuyan ve hepimizin gurur duyduğu üniversiteli gencimiz herhalde böyle bir süper Down'lu genç. Ama onun bile üniversitede hoca olması veya borsada uzman olarak çalışması mümkün değil.

Bu çok nadir çıkan örneğe bakıp, tüm çocukların eğitimle kolayca aynı seviyeye gelebileceğine inanmak, benim çok kitap okuyarak Einstein kadar zeki olabileceğime inanmam gibi bir şey olur ki dünyanın tüm eğitimini de alsam buna ulaşmam mümkün olmaz. Üstelik çocuğumuz süper Down'lu olsa bile bunun bir limiti var ve bu limit ne yazık ki hocalığa veya avukatlığa kadar uzanmıyor. Umutlarımız ve beklentilerimiz bir gün tıptaki gelişmelerle bunun olacağı yönünde, ama henüz o noktada değiliz.

Ayrıca önemli bir noktayı da belki söylemek lazım. Sıradan bir insanda tüm gelişim alanlarında benzeri seviyeleri yakalarsınız. Yani okuma-algılama-ifade-sosyal olgunluk-arkadaşlık kurma becerileri gibi insan hayatını kapsayan tüm alanlarda belli bir ortalama çizgisi vardır, ufak değişikliklerle bu çizgi üstünde yaşamını sürdürür. Bizim çocuklarımızda böyle bir tutarlılık yok. 10 yaşında bir DS'lu çocuk tam yaşı kapasitesinde çok iyi bilgisayar kullanabilir ama iki saat sonra dişmacununu banyoda her yere sürebilir. Kitap okuma kapasitesi tipik bir 14 yaşındaki çocuk kadar iyi olabilir ama matematikte diferansiyel hesapları yaptırmayı asla öğretemezsiniz, 18 yaşındaki bir DS'lu genç kız çok güzel konuşabilir, kendini ifade edebilir ama aklına gelen "sen niye bu kadar şişmansın" sorusunu sosyal kontrol mekanizması gelişmediği için hiç tanımadığı birisine hiç düşünmeden gidip sorabilir, gibi.

Hayaller güzeldir, hayal kurmak da güzeldir. Ama kendimizi kaptırıp hayallerden ütopyaya kayarsak eğer, yani gerçekle bağlantımızı kopartırsak, ileride bir an gelip burnumuz üstü yere çakılmaktan başka bir seçeneğimiz kalmaz. Bununsa ne bize ne de çocuğumuza bir faydası olacaktır. Ütopyalara ulaşmak uğruna kendimizi ve çocuklarımızı hak etmedikleri bir yükün altına sokmamız, ütopyalar çökünce başarısızlık yüzünden içten içe kendimizi suçlamamız ve ikinci bir kez hayallerin çöküşü ile başbaşa kalmamız ise işin diğer acımasız yönleri.

Bize eskiden çizilmiş korkunç, eskimiş, yanlış bilgileri reddetmek doğru ama bu arada yeni hedefler koyarken gerçekçiliğimizi de korumamız gerekli diye düşünüyorum. Ta ki o gün gelip, pozitif bilimin ışığında bugünün ütopyaları yarının hayallerine dönüşene kadar. İşte o gün yeni hayallerimize dört elle sarılacağız hep beraber. Bugün oğlumun iyi bir eğitimle mühendis olabileceğini düşünmek bir ütopyaya inanmak olur. Ama ileride bir gün, bunun mümkün olduğu bir dünya varolacağını düşünmek ise sıkı sıkı sarıldığım bir hayal. (Çok uzağa gitmeye gerek yok, hemen alttaki yazıyı okuyun.) Dedim ya, hayaller güzeldir.

Gün Osborn
2008

Bir ofiste çalışan genç bir DS'lu erkek