6 Şubat 2008 Çarşamba

To Be or Two Be? Ya da "Kardeşim Benim"


Tek çocuk sahibi olan ailelerin kafasında her zaman Demokles’in kılıç gibi duran bir soru vardır, hele ki çocuk okul çağına yaklaşıyor ve aranın çok açılmaya başlandığı düşünülüyorsa; Kardeş olmalı mı? Ailelerin diyorum çünkü artık çocuklar da karar mekanizmasına dâhil, onlar da fikirlerini (siz isteseniz de istemeseniz de) beyan ediyorlar. Aile büyüklerinin hayattaki en önemli mevzuu kendi çocuklarının reprodüktif aktiviteleri olduğundan, onlar zaten çoktan “E, hadi artık bu çocuğu hayatta yalnız mı bırakacaksınız” lara başlamış oluyorlar. Bu zor bir karar. Gerçi aslında ilk çocuk sahibi olma kararı daha zor bir karar ama daha doğru düzgün düşünmeye fırsat bile bulamadan, bir şekilde (acaba cahil cesareti mi desem) olması gerektiğine karar veriyoruz. Ama ikincide işler başka. Bir yandan artık yerine oturmuş ve bozulmak istenmeyen bir hayat ve yeni bebeğin maddi-manevi zorlukları bir yandan da bir bebeğin kelimelere sığmaz keyfi ve çocuğunuzun hayatta yalnız kalmamasını sağlama arzusu.

Bunlar işin sıradan yönleri. Eğer bir de çocuğunuz özel bir çocuksa yani engelli bir çocuksa, bu soru tam bir ikilem olur. Aklınızdan geçen sorulara ya o da engelli olursa korkuları, ikisi arasındaki ilişkilerin altından nasıl kalkılır tereddütleri eklenir. Limitler sonuna kadar zorlanarak özel çocuğa yönlendirilen zaman, para ve sevginin nasıl paylaştırılacağına dair soru işaretleri oluşur kafalarda. Bu ve benzeri sorular benim için de söz konusuydu. Büyük oğlum Robert Cem doğduğunda Down Sendrom’lu olduğunu öğrendik. İlk yıllar kardeş gündeme bile gelmedi, hazır değildik. Yeni bir bebeğin ihtiyaçlarını karşılamaya ve en önemlisi ona zaman ayırmaya hazır değildim. Yeni bebeğe vereceğim zamanı aslında Robert ile geçirmem gereken ve ondan çaldığım zaman olarak göreceğimi hissediyordum. Bu hepimize büyük haksızlık olurdu. Ne zaman ki Robert’ın hayatı belli bir düzene oturdu, kardeş konusu gündeme geldi.

Bence bir kardeş ona ve kendinize verebileceğiniz en güzel şeylerden biri.

Engelli bir çocuk büyütmek ayrı bir deneyim. Böyle bir çocuğun annesi, babası ve kardeşi olmak da ayrı bir deneyim. Sağlıklı ve mutlu bir aile ortamı yaratmak büyük ölçüde size ve harcayacağınız emeğe bağlı. Kendiliğinden olacak, sizin üstünüzden akıp gidecek bir şey değil bu. Ama zaten emek harcamadan elde edilen hangi değerli şey var ki? Size tek tavsiyem olacak; gerçekçi olun. Aileniz hakkında, aile bireylerinin aile içindeki yeri hakkında, birbirleriyle olan ilişkileri hakkında ve gelecekte bu ilişkilerin şekli konusundaki beklentileriniz hakkında gerçekçi olun, gözlemleyin, planlayın ve üzerinde çalışın.

Çocuklarınızdan biri özelse, kardeşinin ihtiyaçları da özel olacaktır. Ona da özel olduğunu hissettirmeliyiz. Anne-baba bütün enerjiyi bir çocuğa aktarıp diğerinin ihtiyaçlarını ihmal ederse sorunlu bir kardeş ilişkisine davetiye çıkartır. Bunun için de çocuklardan birinin özel olmasına gerek olduğunu sanmıyorum, hiç bir çocuk bunu kaldıramaz. Dörtbuçuk yaşındaki küçük oğluma iki yıldır eve öğretmen geliyor haftada bir gün. Yaptıkları da resim çizip, oyun oynamak. Niye mi geliyor? Sadece ağabeyi değil, o da bir öğretmenle odasına girip, kapısını kapatıp, herkesi dışarıda bırakabilsin diye. Bu öğretmen başlayana kadar, eve her terapist geldiğinde kıyamet kopuyordu ben de içeri gireceğim diye. Kendi öğretmeni gelmeye başladığı gün bunlar bitti. Her gün yapamasam bile mutlaka en az haftada bir gün sadece ikimiz bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bazen bilgisayar oynamak bazen yürüyüş yapmak gibi (bu bazen bakkala kadar bile olabiliyor!). Her akşam mutlaka uyku öncesi kitap okuyoruz. Çok değil 15 dakika ama tamamıyla ona ait olduğum bir 15 dakika. Zaten o kadar çok şeyi hep beraber yapıyoruz ki.

Daniel Emre ile ağabeyi, onun farklılıkları ve bunun bize hissettirdikleri konusunu neredeyse 2- 2,5 yıldır konuşuyoruz. Bazen modelleyerek, bazen de onun kendi cümlelerini kurmasını sağlayarak duygularını ifade etmesini sağlamaya çalışıyoruz. Daniel ağabeyine çok düşkün ve onu gerçekten çok seviyor ama zaman zaman ondan utandığını söylediği (özellikle bazı yaşına uymayan hareketler yaptığında), onu kendi arkadaşının doğum gününe götürmek istemediği de oldu. Bunu duymak canımı çok yakmıştı ama işin aslında benim de utandığım zamanlar olmuyor mu? Ben de bazen karı-koca gidelim şöyle sakin bir yemek yiyelim demiyor muyum? Benim yaşadığım bütün duyguları o da yaşıyor.

Ama asla unutmaması için çok çaba harcadığım bir şey var; Robert onun ağabeyi ve hep öyle kalacak. Bazı şeyleri ondan iyi yapsa bile ağabeyine saygısını korumalı. Bu zor bir denge; hem ona saygı duyacak hem de gerektiğinde önderlik yapacak. Bunu mümkün olan en küçük yaştan beri (yani doğduğundan beri) vermeye çalıştım ki ilerideki ilişkilerinde, yani roller değişip Daniel ağabey rolünü aldığında saygı hep yerini korusun. Evet, bunu kabul etmek lazım, bir an geliyor ve küçük büyüğü önce yakalıyor, sonra geçiyor.

Anne ve babanın üzerine düşen sorumlulukların bir kısmının kimse farkına varmadan kardeşin üzerine düşmemesi için özen göstermemiz gerek. Küçük kardeş belli bir yaşa geldiğinde bazı sorumlulukları almasını umuyor olabilirsiniz ama öncelikle siz, bunları almak gibi bir zorunluluğu olmadığını kabul edin. Bunu siz kabul edin ki farkına varmadan küçük çocuğunuza bu mesajı vermeyin. Böyle bir sorumlulukla büyümesine veya büyüyünce anne-baba rolünü alması gerektiği gibi bir kanıya kapılmamasına dikkat edin. Anne-baba olarak bizim vazifemiz bunun olmaması için gereken önlemleri almak. Çocuğunuzun anne-babası sizsiniz, kardeşi değil. Benim de iki çocuğum var. Büyüdüğünde küçük oğlumun sıradan çocukların kardeşlerinin sahip olmadığı sorumlulukları olacak, onları üstleneceğini ümit ediyorum ama sadece büyüdüğünde ve sadece ümit ediyorum. Onu bu sorumluluğun kaçınılmaz ağırlığı altında büyütmemek için de elimden geleni yapıyorum. Anne-baba olarak bizim vazifemiz sadece Robert Cem'in değil Daniel Emre'nin de geleceğini hazırlamak. Benim iki çocuğum var ve biri öbürüne hizmet etmek zorunda değil.

İki kardeşin kendi aralarındaki ilişkiden kazandıkları için ise herhalde sayfalar yazabilirim. O kadar uzatmayacağım, korkmayın, ama tek kelimeyle her iki çocuğun da zenginleştiğini söyleyebilirim. Sıradan kardeş (yaşı ne olursa olsun) özel kardeş için rol model oluyor, konuşma terapisti, fizyoterapist, girdikleri ortamda sosyal buz kırıcı, yapabildikleriyle öbürünü teşvik edip daha fazla çabalamasını sağlayan zorlayıcı güç, sırasında ağabeyini kızdırıp ona kendini kontrol etmesini öğreten sosyal deney tahtası oluyor. Özel kardeş ise öbürüne tahammülü, farklılığın da normal olduğunu, insanlara her haliyle değer vermeyi ve sevmeyi, sorumluluğu, toleransı ve kendinden zayıfları korumayı öğretiyor. Hayata bizlerden çok daha hazırlıklı büyüyor.

Özel bir çocuğunuz olduğunda ister istemez ailenin merkezi o çocuk oluyor. Hatta sizin karı-koca ilişkinizin bile merkezi oluyor. Ama ikinci bebek de kendi ihtiyaçlarıyla geldiğinden bunu dengeliyor, normalize oluyorsunuz. Hayatınız artık terapistlerden ibaret olmuyor, biraz da park ve hayvanat bahçesi giriyor işin içine çünkü o da sizin çocuğunuz ve bunlar da onun ihtiyaçları. Çünkü onu da en az öbür çocuğunuz kadar özenle büyütmek istiyorsunuz ve onun ihtiyaçları da en az öbürü kadar önemli. Robert'ın haftalık konuşma terapisti ne kadar önemliyse Daniel'ın basketbol kursu da en az o kadar önemli. İkisine de zaman ve para ayırmak zorundayız.

Ve insan biraz da rahatlıyor. Anne-babalığın ilk seferinde kaçırdığınız farklı yönlerini, farklı hazlarını yaşıyorsunuz. Bir doğum gününe gidip sadece oradaki çocuklardan birinin annesi olmak, "o çocuğun" değil; okul yaşı geldiğinde sizin okul seçmeniz, onların sizi "kabul etmesi" değil. Acabasız, keşkesiz çocuğunuzun gözlerine bakmanın ve onun geleceğine dair hayaller kurmanın tadına varıyorsunuz.

Acaba ileride ilişkileri nasıl olur diye bazen düşünüyorum. Ama gerçekten özenle bu ilişkinin üzerinde çabalıyorum ve elimden gelenin en iyisinden fazlasını yapamam bunu biliyorum. Kısacası kolay olduğunu söylemiyorum ama zaten biz kararlarımızı kolaylığına bakarak vermiyoruz değil mi?


Gün Osborn

Ocak 2004

1 yorum:

Fulya dedi ki...

Merhaba,

Bazen bogazim dugumlenerek okudum,hatta gozlerin doldu ama Kayra'ya bir kardes olmali mi? sorusuna daha sicak yaklasiyorum.Cok guzel yazmissin kalemine saglik.Bir kere daha hissettiklerimde,endiselerimde yanliz olmadigimi ama fazla endiselenmenin de hayatin guzelliklerini kacirmak oldugunu hatirladim.

Fulya